Pazartesi, Haziran 19, 2006

Pat Metheny Brigt Size Life(1976)


Aslında yazılması gereken onlarca albüm,konser varken 30 senelik bir albüm yazısı yazmak ne kadar doğrudur bilinmez ama yazmadığım takdirde içimde oluşacak huzursuzluğu da dizginlemem oldukça vakit alacak.
Çağının önünden gitme ve kimsenin altına girmek istemeyeceği albümü çıkartma firması ECM'den çıkan albümün kadrosu dinlemeden almanıza sebep olacak nitelikte.



Jaco Pastorius:Bas,elektrikli bas ve perdesiz bas
Bob Moses:Davul
Pat Metheny:Gitar

şeklinde oluşan kadroda öncelikli olarak göze batan Jaco Pastorius şarkıların altyapılarını gözle görülür şekilde doldurması ve her şarkıya attığı imza belli ediyor. Bob Moses da diğer isimler kadar kulak aşinalığımız olmasa bile albümde yaptıklarıyla sadece onlara ayak uydurmakla kalmayıp, bir Elvin Jones tavrı bile belirmekte. Gerçi Elvin Jones etkisi kimin üstünde görülmez tartışılır ama...
Albümün açılış parçası "Bright Size Life" hiç unutulmayacak bir melodiyle başlamakta ve bu hoş sâda şarkının sonuna hatta albümün sonuna kadar devamlılık arz etmekte. Starbucks' ta her an duyabileceğiniz bu eser, mümkün olsa tüm şehr-i Istanbul' da yankılansa:) Ardından gelen "Sirabhorn" ise tamamiyle arkanıza yaslanıp dinlenmenizi sağlayacak türden bir şarkı. 3 no'lu eser ise "Unity Village" albümün konseptinden uzaklaşmadan hatta belki daha da derinleştirirken Pat Metheny' nin tüm virtüözlüğün bir kenara bırakıp basit fakat bir o kadar duygu dolu soloyu dinlemeye koyuluyorsunuz. Sanırım Türkiye' de anlaşılamayan nokta; solo söz konusuysa zor olmalı gibi anlayışı çökertmeye yetecek kadar güzel bir şarkı. "Missouri Uncompromised" te ise tempo yükselmekte. Çok üst düzey bir şarkı olmasa da albümde bu şarkıyı atlamanıza sebep değil.
"Midwestern Nights Dream" Pastorius ve Metheny' nin uyumunun müthiş bir örneği. Bob Moses da bu ikiliye uyumu takdire şayan, ayrıca Pastorius' un solosu ise....
"Unquity Road" ve "Omaha Celebration" ise yüksek tempolu maharetlerin gösterildiği hoş lezzetler. Son şarkı ise "Round Trip/Broadway Blues" tam sevdiğim cinsten özgürce "takıldıkları" harika bir şarkı.
Yönetmenim bana ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi belirtirken albüme bir kulp bulmak gibi utanmazca bir tavırda bulunamayacağım gibi dinlediğim en güzel albümlerden biri olduğunu söylemekten geçemeyeceğim. Hatta bir adım daha ileri gibi Pat Metheny 'nin en güzel albümü olduğunu söylersem ufak bir tartışma ortamına kaygan bir zemin hazırlamış olurum.

Saygılarımla

Perşembe, Haziran 08, 2006

Ziya Gökalp ve Türk Müziği

Ziya Gökalp

Bu yazı Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde bulunan “Milli Musiki” adlı makalesindeki görüşleri değerlendirmek ve bu makalenin etkisiyle sonuçlanan gelişmeleri kısaca ortaya koymak amaçlı yazılmıştır.

Ziya Gökalp’in adı geçen eseri, genel anlamda Türkçülük ve milli değerlerin irdelenmesi ve sağlıklı bir yapıda pek çok konunun yeniden inşası gibi bir vasfı ifade eder. Bu milli değerlerin içinde elbette milli müziğimizin ne olacağı ve yeni gelişmeler ışığında hangi doğrultuda ilerleyeceği önemli bir husustur.

1923 Cumhuriyet Devrimi ile toplumsal yapıda köklü değişmelere gidilmiştir. Toplumsal yapının can damarı olan güzel sanatların en önemli kollarından olan müzik konusunda da pek çok adım atılmıştır. Pratik pek çok uygulamanın arkasında her zaman teorik bir altyapı bulunmaktadır. Cumhuriyet’in Müzik Devrim’inin arkasında yatan teorik düşüncede “Milli Musiki” adlı makalenin kuşkusuz çok büyük bir önemi olmuştur. Bu makaledeki sınıflandırma ve varılan sonuç, adeta bir mutlak doğru niteliği taşırcasına uzun yıllar toplumsal müzik hayatımızda uygulanır hale gelmiştir. Peki nedir bu varılan sonuç ve neden yaklaşık 400 yıldır kültür hayatımıza nüfus etmiş olan Klasik Türk Müziği’ne öcü gözüyle bakılmaktadır?

Makalede varılan sonuca göre yapılması gereken, milli musiki şinaslarımız kırsal kökenli halk müziği melodilerini toplamalı ve bunları batı müziği usulüne göre armonize ederek milli ve Avrupai bir müziğe sahip olmalıyız. Bu aslında 19.y.y. sonlarında Batı Avrupa dışında pek çok toplumun uyguladığı bir yöntemdir. Gerek Doğu Avrupa gerekse Uzak Doğu ülkelerinde benzer girişimlerin örneklerini görmek mümkündür. Aslına bakılırsa bu yöntem, tarihsel evrimsel gelişimi yadsıyarak zoraki bir devrim’in dayatılmasından başka bir şey değildir. Alman gazeteci Emil Ludwig’in yaptığı bir röportajda Atatürk’ün bir sorusuyla başlayan dialog şöyledir: “Batı Müziği bugünkü durumuna gelinceye kadar ne gibi süreç geçti?” “ Yaklaşık dört yüzyıl efendim…” “Bizim bu kadar bekleyecek zamanımız yok.” İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün bu politik tutumu sonucunda 1926 yılında İstanbul Dâru’l Elhan’ında Klasik Türk Musikisi eğitimi yasaklanarak durdurulmuştur, tekke ve dergahlar kapatılmıştır, aynı yıl ağustos ayında alınan bir kararla tüm okullarda Klasik Türk Musikisi eğitimi kaldırılmıştır, radyo’da Klasik Türk Müziği yayınları yasaklanmıştır. Tüm bu gelişmelerin aksine, Batı Müziği’nin tüm ulusça kabul görmesi adına pek çok girişimde bulunulmuştur. 1925 yılında açılan sınavla yetenekli gençler Avrupa’nın başlıca müzik odaklarına gönderilmiştir. Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kurulmuş, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eski gelenek üzerine yeniden inşa edilmiş ve tüm bu gelişmelerin halka mal olması adına girişimlerde bulunulmuştur. Ama sonuç ne yazık ki bu çalışmaların sadece elit bir azınlık tarafından algılanması ve halktan gün geçtikçe uzaklaşmasına doğru sürüklenmiştir. Peki cumhuriyetin Müzik Devrim’inde yapılan hata neydi?

Ulusal Devrim önderimiz Atatürk, gelişme ve ilerlemeye yönelik pek çok olumlu adımlar atmıştır. Bu kararlılığında, yanında bulunan pek çok fikir ve sanat adamının görüşleri kuşkusuz büyük önem arz etmektedir. Yalnız müzik hususunda tüm bu gelişmeler olurken, kendisini teknik konularda bir beyin fırtınası ortamında yönlendirecek uzman kişiler olmamıştır. Nitekim düşüncelerini, pratiğe dökmeye çalıştığı Ziya Gökalp bir müzik bilgini değildir ve hatta müzik konusunda kendisi de ifade ettiği gibi bir bilgisi yoktur.

Tavsiye niteliğinde olması koşuluyla yapılması gerek şu olabilirdi diye düşünüyorum: “Çağdaşlaştırma” denilen çokseslendirme çabalarına Klasik Türk Müziği de katılarak bu konuda teorik çalışmalar teşvik edilebilirdi. Bu çalışmalar yıllar sonra Kemal İlerici tarafından teorik alanda yürütülmüş, günümüzde dahi örnek eserler verilmektedir. Ayrıca artık “Şu bizim, bu batı’nın” ayrımını bırakarak varolan zenginliğin insanlığın malı olduğunu anlamalıyız ve teksesliği müziğin yatay, melodik zenginliğinden ve çoksesliliği müziğin dikey derinliğinden zevklerimiz ölçüsünde haz duymalıyız.